12 Ağustos 2013 Pazartesi







SİYASAL İSLAMIN KOŞUSU



Günümüz siyasal İslamcılığın zirve yılları.80li yıllarda kendine büyük yer bulan Siyasal İslamcılık 90lı yıllardaki yükselişiyle 2000li yıllarda ülkemizde ve diğer Ortadoğu ülkelerinde bugün hala güncelliğini ve önemini koruyor.Peki bu nasıl oldu ? Bir çok Marksist,sol düşünür,hatta Atatürk dahil dinin ve siyasal İslamcılığın ilerleyen endüstriyle beraber önemini yitireceğini ve belirleyici rolünü tamamen kaybedeceğini düşünüyorlardı.Ancak zaman hepsini haksız çıkardı.Gelişen endüstriyle beraber siysal İslamcılık ve dini hareketler de aynı hızla büyüdü.

Siyasal İslamcı hareketler genelde şehirlerde kendilerine yer bulmuşlardır.Köylerde siyasal İslamcılığın izlerine rastlamazsanız.Anadoluda istediğiniz yeri gezin.Köylerde buna pek itibar edilmez.Çünkü köyde adam ibadet dışında başka bir şeye ihtiyaç duymaz.O yüzden bu tarz bir hareketin ihtiyacını hissetmez.Ancak ilerleyen yıllarda köylü toplumdan şehirlere geçtikçe,tarım toplumunu terk ettikçe,köydeki o insanlar şehirlere geldiler.Şehirdeki acımasız endüstri çarkları karşısında kendilerini yapayalnız hissettiler.Tutunacak bir yer aradılar.Ancak o sırada yanlarında solcuları göremediler,çünkü onların tepelerine askeri darbe inmişti.Yanlarında değerlerine en yakın olan Siyasal İslamcıları buldular.Köylerden kentlere gelen yığınlarla beraber,90’lı ve 2000’li yıllarda Siyasal İslam zirvesini yaşadı.Onlarla beraber serpildi,büyüdü,ve yoksul halk kitlelerinin umut ışığı oldu.

Siyasal İslamcılığın ulaştığı zirve noktası dediğim gibi kimsenin kestiremediği bir şey oldu.Bunu kimse tahmin edemedi.2000li yıllarda ise umut ışığı olarak geldi.Peki bu umut ışığı durumunu sürdürebilecek mi ? Bunu zaman gösterecek.Ancak alternatif bir akım olmadığı sürece bir süre daha siyasal İslamcılık hakimiyetini bu topraklarda sürdürecek gibi.

25 Mart 2013 Pazartesi

İntiharlar ve TSK

Türk Silahlı Kuvvetlerinde yaşanan asker intiharları son dönemlerde fazlasıyla gündeme geldi bilindiği gibi.Milli Savunma Bankının açıklaması vahim tabloyu ortaya koymaktadır. 10 yılda 601 şehit 965 intihar.Evet vaziyet rakamlarla beraber ortadadır.

 Bu vahim tabloyu tabii ki bir yerden açıklamak lazım.Özellikle son 10 yılda intiharların artmasında neler yatmaktadır.30-40 yıl öncesinin asker profili günümüzde fazlasıyla değişmiştir.Eski asker profilimiz “Cahil,itaatkar,köylü çocuğuydu” Bu çocuklar günümüzde hala olmakla beraber TSKnın asker profilinin artık sadece yarısını oluşturmaktalar.30-40 yıl önce bu çocukları dövseniz de sövseniz de size ses çıkartmazlardı.Çünkü geldikleri köy kültüründe bunlar normal şeylerdi.Toplum tarım toplumundan sanayi toplumuna evrildikçe insan profilimizle beraber asker profilimiz de değişti.Böylece “İtaatkar,köy çocukları” yla beraber,köyden kente göçmüş ne köyü ne kentli olabilmiş oratada kalan yığınların çocukları da askerlin büyük çoğunluğunu oluşturmaya başladı.Bunlar birer faktördür.

Tabii bir diğeri de dünyanın her geçen gün değişmesine ve gelişmesine rağmen TSKnın yıllardır değişmeyen durağan yapısıdır.Dedik ya dünya ve toplum değişti.Ülkemizde ve dünyamızda o eski “yokluk” kültürü artık kayboldu.En kötü durumdaki genç bile üstünden başında ya da elindeki telefondan hiçbir şekilde taviz vermiyor..Dünya da teknoloji geliştikçe hayat da daha kolaylaşmaya başladı tabii ki.Artık eski zorluklara alışık bir gençlik yok ülkemizde ve dünyada.Hal böyle iken insanların artık istediği yerden cep telefonuyla internete girebildiği bir dünyada flaş diskin bile suç unsuru olduğu yabancı bir dünyaya koyuyorsunuz ve onlara bir anda yasaklar manzumesi sunuyorsunuz.İstediği şeyi istediği anda bulabilen gençler bir anda  bir yokluk ve zorluk kültürüyle karşılaşıyor.Bunun üstüne bir de aşırı disiplin ve baskı bazı sonuçları maalesef kaçınılmaz kılıyor.


Askerlik süresi de ayrı bir faktör tabii ki.Kısa dönem arkadaşlar için değil sözüm.Genç bir insanı en verimli çağında 15 aylığına bir cenderenin içine sokuyorsunuz ve askerlikle alakasız garip işler yaptırıyorsunuz.Oraya gelen gencin bir süre sonra oradaki varlık nedenini sorgulaması da kaçınılmaz oluyor tabii ki.

Sorunlar TSKnın kendini yenilemesi ve askerlik süresiyle ilgili düzenlemelerle belki azaltılabilir.Ancak bunun yanında artık zorunlu askerliğin bir şekilde sorgulanması gerekmektedir.Her Türkün asker doğmadığı görünmektedir.Umarız bu intiharlara TSK personeli daha iligili bir şekilde eğilir.

28 Aralık 2011 Çarşamba

BİR WB PROJESİ



Obama.2008 yılında hayatımıza girdi. George W.Bush döneminde dünyanın en nefret edilen ülkesi haline gelen ABD’de bir arayış döneminde karşımıza çıktı ve seçimleri kazandı. Adının “o bizden biri” anlamına geldiği söylendi, Kuranda geçen Batının en güçlü ordularının başına geçecek uzun boylu Müslüman olduğu söylendi. Sempatik dendi, eşi Beyaz Sarayın bahçesinde evsizlere bizzat yemek dağıttı.Gitti Arap dünyasında “Esselamü aleyküm” diye konuştu gazetelere manşet oldu,bizim aklıevvelleri mest etti.Peki şimdi nerede?

Tabii ki ABD’deki seçim hiçbir zaman sadece ABD’yi ilgilendirmez. Şu bir gerçek ki bütün dünyayı ilgilendirir. İşte Obama da bu yüzden önemli. Ülkemizde seçilince “aydın” kesimimiz kendisini ayakta alkışladı. Gazetelere manşet oldu.”Dünya artık daha güzel bir yer” dediler. Okumuşu bile böylesine gaza gelmişken normal halkı neler yapmadı ki? Obama’ya 40 koyun kurban eden mi olmadı, şarkılar yazmayan mı olmadı? Tabii mevsim o zaman başkaydı. O zaman yazdı. Şimdi ise kara kışa döndü

Asıl önemli olan nasıl bu kadar saf olunabildi? Obama’nın dünyayı değiştireceğini düşünenler hangi saikle bunu söylemişlerdi? Birileri mi onlara bunu söylemişti. Onu bilemiyorum. Bir iddiada da bulunamam. Ancak Obama her haliyle, her hareketiyle bir yerlerde tasarlanmış bir adamdı ve piyasaya sürüldü. ABD’nin Bush döneminde İslam dünyasında yaratılan nefretin önüne geçmek, ancak onlardan gibi görünen siyahi, sempatik ve hakkında Müslüman iddiaları bulunan adamla mümkündü. Ancak ABD’yi ve ekonomisini ayakta tutan silah ve savaş sektörünün önünde ne sempatik Obama ne de bizim hayalperest aydınlarımız durabilirdi. Keza öyle de oldu.ABD her on yıllık periyotta kendini ayakta tutabilmek için çıkardığı savaşları gene,Ortadoğu’daki hareketlerle başlattı.Bunu Arap Baharı diye sempatik gösterip uygulattı.Ancak maske Libya’da düştü.Baktılar muhalifler beceremedi iş başa düştü diyip kolları sıvayıp girdiler oraya da.Tabii ki de bu siyahi sempatik adam da bütün bu olanlara sadece onay vermek zorundaydı ve öyle de oldu.

Görünen odur ki tabiri caizse Warner Bros stüdyolarında hazırlanmış gibi görünen “Obama projesi” de çöküş noktasına geldi. Belki eşiyle beraber sempatikçe gülüp evinin bahçesinde göstermelik mangallarla bir seçim daha kazanacak. Ama o kadar. Dünyayı değiştiremeyeceğini kendisi ve bütün dünya görüyor. Proje çökmüştür ve yeni bir projenin ne zaman piyasaya sürüleceğini zaman gösterecektir.

25 Aralık 2011 Pazar

DOĞU , BATI VE BİZ


Herhalde dünyada kimlik karmaşasını bizden daha fazla yaşayan bir toplum olsa olsa Ruslardır.Onlar da ünlü “Deli Petro” larından beri bunu sorguluyorlar.Peki biz?.Doğulumuyuz yoksa Batılımıyız?Neredeyiz?Tabii bunun nedenleri fazlasıyla.Avrupa ile Asyanın arasında olmamız,zamanında üç kıtada hüküm sürmüş bir devlet mirası ,1923 de yaşadığımız kültürel devrim vs…Osmanlıdan kalan miras da farklı değildi elbette.Bir yanda Galatasaray Sultanisi mezunu aydınlar,Jön Türkler,bir yanda halk.Aslında Osmanlının da kafası karışıktı.Bu kafa karışıklığı açıkcası bugün de çözülmüş değil.

Aslında kafa karışıklığına pek gerek yok.Çünkü bariz bir Doğu toplumuyuz.En okumuşundan en cahiline kadar.Özellikle toplumumuzdaki “zeka” kavramı.Maaelesef bizde “uyanık” dediğimiz bir kavram var.Uyanıklık dediğimiz şey toplumumuzda zekanın net bir karşılığı.Tabii Batıda böyle bir “zeka” kavramı yok.En basitinden bir banka sırasında kendi sırasında beklemeyi,ya da otobüs kuyruğunda beklemeyi,kendi sırasına razı olmayı kerizlik olarak gören bir toplumuz.Oysa halk diliyle”zeki” olsak yani uyanık olsak o sırayı beklememeli oradan girip buradan çıkıp işimizi en hızlısından hallettirmeliyiz.Çünkü bu toplumda “zeka”nın karşılığı budur.Oysa Batıda zekanın karşılığı başka şeyler olsa gerek.

Güce tapınma ve biat kültürümüz.Bunu da yabana atmamak lazım aslında.Tee ilkokuldan başlayarak,askerlik ve sonrasında iş hayatına gelene kadar.Beylerin,komutanların efendilerin eksik olmadığı bir lugat dilimize pelesenk oluyor.Adam üniversiteyi,askerliği bitirmiş ama nafile.Çünkü öyle bir boyun eğme laboratuarına girmiş ki doğduğundan beri ister istemez kendinden güçlü biri karşısında ezik büzük oluyor.Acun Ilıcalının Yeteneksizsiniz Türkiye diye bir programı vardı.Buraya Almanyadan gelen Türkler de katılıyordu.Anlı şanlı jürinin karşısında Türkiye’de yetişmiş yarışmacılar ezilip büzülüyorlardı.Ancak Almanyadan gelen gurbetçi dediğimiz yarışmacılarda öylesine bir özgüven vardı ki,adamlar jüriye zekice göndermelerde bulunuyordu.Sonuç ise anlı şanlı jüri üyelerinden birinin şu söylediğiydi:”Sen bizim kim olduğumuz biliyor musun”.Çünkü bu toplumda kendinden güçlü biri karşısında ezilip büzülmemek saygısızlığın diğer adıydı ve zavallı yarışmacı tabii ki bunu bilmiyordu.

Tabii ki de likayat ve adamcılık kültürümüz.Bazen hemşehrilik bile bu toplum için liyakatla eş değerdir.İstersen Harvardı bitir gel buraya.Çok ahlaklı ve çok erdemli ol.Çalışkan biri ol. Sağlam bir tandığın yoksa,nereye kadar gidebilirsin?Çok ileri olacağını zannetmiyorum.Gidebileceğin yer sınırlıdır.O noktadan sonra başka şeyler devreye girecektir ve o şeyler sen de yoksa buraya kadar diyeceksindir.Daha çocukken bile yaşamadık mı bunları?Mahallede oynadığınız arkadaşınızın babası size sormadı mı” Sen kimin çocuğusun” diye?6-7 yaşındaki çocuğun bile birileriyle oynaması için bir aile altyapısı gerekiyordu belli ki.

Dışarı çıkan bir çok arkadaşımın dediği şuydu:”Salak oğlum bunlar,araba geçmiyorken kırmızı ışıkta duruyorlar”.Evet o an için bakınca garip gözüküyor bize ama adamların medeniyetinin temel taşı işte o ışığı beklemek.Aslında olay o ışığı beklemek değil.Yasalara ve kurallara saygı,karmaşanın engellenmesi vs…Tabii ki de Batılılığı bir model,bir hedef olarak sunmuyorum.Böyle bir amacım yok ve umurumda da değil.Ama şunu bilelim ki,biz “nevi şahsına münhasır” bir toplum da değiliz.Geçirdiğimiz bir çok sancılı sürecin sonunda yine ortalama bir Doğu toplumuyuz….

17 Ocak 2010 Pazar

YAKINÇAĞ SONA MI ERDİ?







İlkokuldan beri bildiğimiz çağların dörde ayrıldığıdır.İlkçağın kavimler göçüyle,Ortaçağın İstanbul’un Fethiyle,Yeniçağın da Fransız İhtilaliyle sona erdiği kabul edilmektedir.Şu an hala acaba Yakınçağın içinde mi bulunmaktayız?Yakınçağ günümüzde ve yakın zamanda gerçekleşmiş olaylarla sona ermiş olabilir mi?Tabii ki bunlar sayısal bir konu olmadığı için kesin bir yargı geliştirmek zor.Eğer öyleyse bile bu yargıya ancak belli bir süre sonunda varabiliriz.

Vikipediden Yakınçağın sonuçlarını arattığımda şunlar karşıma çıkmaktadır.

• Günümüzdeki anlamıyla cumhuriyet ve demokrasi ortaya çıktı.
• Fransız İhtilali'nin etkisiyle milliyetçilik akımları doğdu, bu akım milli devletlerin doğmasına ve imparatorlukların yıkılmasına ortam hazırladı
• Sanayi Devrimi gerçekleşti bu durum sömürge yarışını hızlandırdı.
• Kapitalizm, Sosyalizm ve Liberalizm gibi sistemler ortaya çıktı.

Bu sonuçlara baktığımızda Yakınçağla başlayan süreçteki kavramların günümüzde fazlasıyla hırpalandığını ve yıprandığını görmek zor olmayacaktır.”Günümüzdeki anlamıyla cumhuriyet ve demokrasi” zaten bugün fazlasıyla sorgulanmakta ve içerik değiştirmekte.Özellikle 11 Eylülden sonra Irak işgaliyle başlayan süreçte ve bunun demokrasi için yapıldığı söylemi kavramlarda bir değişikliğe gitmiş ve “günümüzdeki anlam” fazlasıyla değişmiştir.Özellikle ülkemizde pek sağlam bir temelde ilerlemeyen demokratlık tartışması da buna örnektir.Demokrasi ve özgürlük kavramlarının özellikle Irak işgaliyle içinin fazlaca boşaldığı artık bir gerçektir.Özellikle ülkemizde cumhuriyet kavramı da fazlasıyla içerik değiştirmektedir.

Bugün Sanayi devrimiyle oluşan sınıfların yerini yavaş yavaş kimliklerin alması da dışarıdan etkilerle beraber mikro milliyetçi hareketlerin doğmasına ve milli,ulus devletlerin bunalımlı bir süreçten geçmesine neden olmaktadır.Bölgesel milliyetçi hareketlerin kimi dış etkilerle kaşınsa da bugün mikro milliyetçi akımlar ülkemizde,Irakta ve başka bir çok ülkede bunalımlı dönemler yaşatmaktadır.Tabii gelişmiş ülkelerde bunun ne kadar yaşandığı tartışma konusudur.

Sömürge yarışı da o günkü döneme göre fazlasıyla içerik değişikliğine uğramıştır.Artık ülkeler ordularıyla işgal yerine küreselleşmeyle beraber kültürel bir işgali daha mantıklı görüyor ve bu şekilde yeni sömürgeler yaratmaktadırlar.Ortaya çıkan sistemlerden Sosyalizm bugün tarihe gömüldü.Ancak kapitalizm ve Liberalizm ayakta.Ancak 2008de yaşanan Amerika’daki kriz de kapitalizmin sorgulanmasına neden olmuştur.Liberalizm ise günümüzün yükselen trendi olarak görülmektedir.Ancak olayı sistem değil de ideolojik bazda görürsek Demir perdenin yıkılışıyla ideolojilerin çöküş yaşadığı bir gerçektir.Bu yönden sistem bazında değilse bile düşünce bazı bu kavramların da bir çöküş içinde olduğu görülmektedir

Bu gelişmeleri yan yana koyduğumuzda Yakınçağın getirdiklerinin fazlasıyla içerik değiştirdiği hatta çöküş içine girdikleri görülmektedir.Özellikle Sovyetlerin yıkılışı ve devamında yaşanan süreçte 11 Eylül 2001le beraber yeni bir çağın başladığını söylemek zor olmayacak.Bunun adına uzay çağı,internet çağı vs.. de denmektedir.Tabii ki bu benim görüşüm.Tarihsel bir yargı koymak bana düşmez.Zaten dediğimiz gibi bunlar Yerçekimi Kanunu gibi kesin fenni bir konu değil.Buna yıllar sonra bir konsensüsle karar verilecektir.

14 Ocak 2010 Perşembe

2.MERKEZ SAĞIN YOLCULUĞU


Ülkemizde merkez sağ 1950lerde ilk başta DP iktidarıyla ortaya çıkmıştır.Bünyesinde muhafakar-milliyetçi eğilimleri barındıran liberal ekonomiyi benimseyen DP tek parti iktidarına ve devrimlerinin uygulanış biçimine olan tepkilerle iktidar olmuştur.Bu yüzden günümüzde de sık sık gündeme gelen ülkemizde merkez sağın değişimci ,solcu CHPnin ise statükocu olduğu tartışmaları başlamış ve sağımız,solumuz biraz sakat doğmuştur.

Merkez sağ ideolojik bir hareket olmadığı için ve halkın muhafazakar eğilimlerine karşılık verdiği için geniş kesimlerce benimsenmiştir.Bu yazıda aslında AKPnin merkez sağ olup olmadığına da bir cevap arayacağız belki de.Süreç darbelerle ilerledikçe merkez sağ da her müdahalede daha muhafazakarlaşmıştır.27 Mayıs DPyi iktidardan uzaklaştırıp kapatınca,merkez sağ, toprak ağası Menderesin yerine muhafazakar bir köy çocuğu Demirelin Adalet Partisinde vücut bulur.DPnin yerini daha muhafazakar AP almıştır.AP ve Demirel CHPnin 70lerdeki değişimine göre daha statükocu ve devlete yakın bir çizgi izler.70lerdeki gerilimin bir tarafı olarak görülen AP 12 Eylülde kapatılır.Demirel yasaklanır.1983de 12 Eylül cuntasıyla gidilen seçimlerde ANAP ve Özalla tanışır Türkiye.Merkez sağ yeni adresini bulmuştur.Bu sefer köy çocuğu Demirelin yerini daha muhafazakar Nakşibendi tarikatına bağlılığını gizlemeyen,eski bir MSP adayı Özal almıştır.Merkez sağ gittikçe muhafazakarlaşan ve İslamcılarla arasındaki kırmızı çizgilerin azaldığı bir döneme girer böylece.Erbakan merkez sağı renksizlikle suçlasa da Özal ile beraber merkez sağa şüpheleri azalır aslında.Anadolu kaplanları olarak adlandırılan muhafazakar iş adamlarının miladı olur Özal aynı zamanda.

Özalın ölümüyle siyasi arenamız 90larda parçalanmış bir görüntü verir.Kısır siyasi kavgalar insanlara 70li yılları hatırlatır adeta.Merkez sağ da bu süreçte bocalama içindedir.Muhafazakarlaşan merkez sağı kolej okumuş,şehirli Çiller ve Yılmaz taşıyamaz.Çillerin “bacı” propagandasına ve Yılmaz’ın BBPyi içine katma çabalarına rağmen.Merkez sağ bu iki isimde eğreti durur.Çünkü muhafazakarlaşan merkez sağı sırtlayamazlar.90lardaki bir yere gitmeyen koalisyonlar dönemi üstüne patlayan 2001 krizi insanlarda yılgınlığa yol açar adeta.Ortam 12 Eylül öncesini andırmaktadır.Bu ortamda halk hiç denenmemiş olan Tayip Erdoğan ve AKP yi kurtarıcı görür ve uzun yıllar sonra bir parti tek başına iktidara gelir.Nakşibendi tarikatına mensup Özalin yerini eski bir İslamcı olan eski RPli Erdoğan almıştır.Muhafazakarlaşan merkez sağ treni duracak bir istasyon bulmuştur böylece.Erdoğanın siyasi geçmişi insanların kafasında soru işaretleri doğurmuştur.Merkez sağ olup olmadığı uzun süredir sorgulanıyor.Ancak Erdoğan zaten muhafazakarlaşan bir merkez sağın üzerine oturmuştur.Görülmeyen şu ki 2007de Saadet Partisi %2 gibi bir oy almıştır.Yani AKP merkez sağ ile İslamcıların arasında kendine yer bulmuştur.Muhafazakrlaşan merkez sağ ile kapitalist ekonomiyle arasındaki duvarları kaldıran İslamcılar birbirlerine yaklaşır ve AKP'de buluşur.Yani AKPyi günümüzün merkez sağı olarak görmemiz çok da yanlış olmaz.

TÜRKİYEDE SİYASAL HAREKETLER

Türkiyedeki siyasal hareketler,yapılan Cumhuriyet devrimine göre kendisine bir yer tutmuştur.Kendini merkez sağ olarak tanımlayan Demokrat Parti Tek Parti devrindeki ekonomik durum,devrimlerin keskin bir şekilde uygulanışına olan tepkiyi ardına alarak iktidar olmuştur.Bu da siyasi hareketleri ister istemez sınıfsallıktan çıkarıp,kimlikler ve değerler üzerine kurulmasına yol açmıştır.Ülkemizdeki temel siyasi akımları incelemek bu durumu daha iyi açıklayacaktır.

1.SOLUN YOLCULUĞU




Ülkemizde sol siyasi hareketler genelde CHPde kendisine yer bulmuştur.Sol hareketler çıkış noktasında aslında kendini sınıfsal tanımlamamıştır.Ülkemizde solun çıkış noktası aslında Kemalizmdir.Sol ülkemizde ilk başlarda “Bağımsızlık-Anti emperyalizm-Laiklik” kavramları üzerine oturmuştur.Devlete ve orduya yakın olan bu sol hareket 27 Mayıs 1960da kendisini sağ tanımlayan bir iktidarı TSKnın devirmesiyle ona daha da yakınlaşmıştır ve adeta sol ile ordu arasında deyim yerindeyse bir nişan olmuştur.Öyle ki 68 kuşağı sloganlarında Kemalizme atıf yapar ve “Ordu-Gençlik” elele sloganı fazlasıyla yaygındır.Deniz Gezmiş ilk ortaya çıktığı yıllarda kendini Kemalist olarak tanımlar.Ancak bu hareket daha sonra Marxizme evrilecektir.

12 Mart 1971 Muhtırası solda büyük bir kırılmaya yol açacaktır.Yanlarında sandıkları ordu solun tepesine balyoz gibi inecektir.12 mart sol ile ordu arasındaki nişanı bozar,sol devletten ve ordudan uzaklaşır.Sınıfsal bir alanda kendisine yer arar sol.70lerdeki sloganlarında artık “Ordu-Gençlik elele” “Bağımsız Türkiye”nin yerini “Faşizmi ezeceğiz” sloganları daha fazla alacaktır.CHP de bu dönemde devlet ekseninden kayar Ecevitle.CHP tarihinde belki de ilk kez bu kadar keskin sınıfsal sloganlar kullanır,”Toprak işleyenin,su kullananın” “Ne ezen ne ezilen ,insanca,hakça bir düzen” vs…

Ülke şiddet olaylarıyla 12 Eylülün eşiğine gelir.12 Eylül solda 12 martdakinden çok daha büyük bir travmaya yol açmıştır.Solla ordu arasında bugünkü eski solcuların bazılarında artık intikamvari bir hale dönmüş ilişkilerin temelinde 12 Eylül vardır.12 Eylül solu kapitalist sistemle bütünleştirmiştir.Bu yüzden 12 Eylülden sonra sol sınıfsal karakterden kimliksel bir karaktere bürünür.Kapitalist sistemle uzlaşan ve sınıfsal mücadele gibi dertleri kalmayan sol kürt sorunu,azınlık sorunları,laiklik gibi dar bir çerçeveye sıkışır ve 70lerdeki gibi iktidar alternatifi olmaktan uzaklaşır.

Devlete şüpheyle bakan sol Kürt sorunu konusunda CHPnin yerini alan SHP ile HEPli milletvekillerini yanına alarak safını belirler.Ancak 28 şubat solun CHP ye ait kesimini yeniden devlet ve ordu eksenine kaydıracaktır.28 Şubatta ordunun 12 Eylülün aksine laiklikten yana tutumu solun yönünü devlete çevirecektir tekrar.CHP 28 şubattan sonra AKPnin de iktidara gelmesiyle hepten laik-milliyetçi-devletçi bir çizgiye oturacaktır.Ancak solun kalan kısmı hala orduya şüpheyle bakmakta ve zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.Solun zaman zaman devlete yakın zaman zaman şüpheyle bakan inişli çıkışlı çizgisi ülkemizin siyasi yolculuğuna da benzemektedir.