26 Haziran 2009 Cuma

MİCHAEL’İN ARDINDAN




Dün akşam gece saatlerinde bir arkadaşımın telefonuyla ölüm haberini aldığımda gerçekten çok üzüldüm.Michael Jackson ölmüştü.Beni bu kadar etkilemesinin nedeni belki de çocukluğumda dünyaca ünlü olmuş birinin ölmesiydi.Belki ABBA lara,Hendrixlere yetişememiştik ama ona yetişmiştik.”Black or White” şarkısının klibini ilk izlediğim an hala çocukluğumdaki anılar arasında önemli bir yer tutmaktadır.Ancak beni bu kadar etkilemesinin nedeni bu değildi sadece aslında.Gerçekten de Michael Jackson diğer pop ya da rock yıldızlarından farklı bir yerdeydi.Bir çok grup,şarkıcı şarkılarıyla bulundukları döneme damgalarını vurmuşlardı.Ancak Michaelin onlardan farkı kendi modasını kendisinin yaratması hatta kendi dansını yaratmasıydı.Çoğu müzisyen bulundukları dönemin modasına bir şekilde ayak uydurmuş ve dönemler değiştikçe kendileri de değişmiştir.Ancak bazıları da kendi tarzları yaratmış ve onların tarzı o döneme damgasını vurmuştur.Bu konuda benim ilk aklıma gelen Kurt Cobain ve Michael Jackson olmuştur her zaman.Kurt Cobain de 90ların ilk yarısına ünlü hırkaları salaş tişörtü ve yırtık pantolonuyla damgasını vurmuştur ve dönemin rockçı gençlerini etkilemiştir.Michael Jackson da onlardan biriydi işte.Sadece şarkılarıyla değil kendi yarattığı giyim tarzı ve kendi yarattığı dans ile popun kralı lafını fazlasıyla hak etmiştir.Onun gibi bir yıldızın bir daha geleceğini zannetmiyorum.Tek diyebileceğim “Rest İn Peace”

25 Haziran 2009 Perşembe

TOPLUM VE SİNEMA

Sinemadaki değişimin toplumdaki değişimle birlikte olduğu dünyayı bilemem belki ama ülkemiz sinemasında gerçektir.Toplumsal değişim ister istemez sinemaya da yansımıştır.Bu da son derece normaldir.Çünkü elinizdeki eseri yine kendi toplumunuza sunmaktasınız.2000’li yıllarda “Yıkılmayan Adam” gibi bir film yapmak ne kadar garipse herhalde “Eşkıya” gibi bir film de 70’lerde çok garip kaçacaktı.Uzun zamandır gözlemlediğim, izlediğim Türk sinemasındaki değişimi belirtmek isterim
80 Öncesi Sinema
80 öncesindeki sinema tabii ki her dönemde birbiriyle aynı olmasa da birbiriyle büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Gözümüze çarpan ilk şeylerden biri aslında diğer yazımda belirttiğim gibi o dönemdeki gibi her şeyin çok net olmasıdır.İyiler salt iyi , kötüler salt kötüdür.Siyah ve beyaz olduğu için senaryolar da genelde çok derinlikli olmaya gerek olmamıştır.100 filmin 70 inin senaryosu neredeyse aynıdır.Bugün günümüz sinemasında bir Erol Taş,Ahmet Tarık Tekçe yoktur.Çünkü iyi ve kötü,siyahla beyaz birbirine girmiş durumdadır günümüz toplumunda.Adile Naşitli Münir Özkullu ,Ayşen Grudalı,Tarık Akanlı “Neşeli Günler” i ve onun türevi olan filmleri hepimiz bilmekteyiz.Bu filmlerle gördüğümüz o dönemde insanların mutlu olabilmeyi eninde sonunda başarabilmesidir.Çünkü para daha tek öncelik haline gelmemiştir o dönemde.Çünkü o dönemde komşusuyla arasında gelir uçurumu bu kadar yoktu ne Adile Naşitin ne Münir Özkulun ne de ailenin çocuklarının.Günümüzdeki gibi yükselinecek fazla mevki alınacak çok daha fazla eşya olmadığı için insanlar hayata daha fazla zaman ayırıyordu.Özellikle o dönemde karşımıza her filmde müthiş bir “toplumcu” mesaj çıkmaktadır.Ailenin birbirlerine kenetlenişini hepimiz biliriz bu filmlerde.Peki ya Hababam sınıfı?Arkadaşlarnın intikamını almak için okuldan atılmayı göze alabilen öğrencileri, birbirlerine kenetlenmiş kalabalıkları.Bunların hepsi o döneme ait özelliklerdi ve o toplumcu ruh maalesef yok edildi.Tabii ki 70lerin ikinci yarısında siyasetin yaşamın her alanına hakim olmasıyla beraber yapılan siyasi filmler,işçi filmleri.Maden, köşeyi dönen adam ve diğerleri….













80ler….


80li yıllara geldiğimizde ise toplumun kodlarında çok büyük değişikler yapılmış ve resmen yeni bir toplum projesi hayata geçirilmiştir.Toplumdaki siyasi hareketler sınıfsallıktan çok kimliksel ve cinsel bir yapıya bürünmüştür.Bunun sonucunda da karşımıza çoğu özellikle Atıf Yılmazın eserleri olan güçlü kadın figürlerinin olduğu filmler çıkmıştır,(özellikle Müjde Ar ve Hale Soygazinin oynadığı filmler).80lerle herhalde doğrular,yanlışlar,siyah beyazların gözden yeniden geçirilmeye başladığı bir dönemdir.80 öncesinde doğrular ve yanlışlar çok net iken bu dönemde neyin doğru neyin yanlış olduğu netliğini kaybetmeye başlamıştır.Böylece “rüşvet” “toplumsal yozlaşma” gibi sözcükler 80lerde daha fazla telaffuz edilmeye başlanmıştır.”Namuslu” “Dolap Beygiri” tarzı filmlerde 80lerin getirdiği bu furyaın bize armağan ettiği filmlerdir.80lerin sonlarına doğru da 12 Eylülden sonra hapisten çıkmış davasını kaybetmiş solcuların hikayelerinin anlatıldığı filmler de yine 80lerin önemli filmlerindendir(Kadir İnanır-Sen Şarkılarını Söyle,Talat Bulut-Bir Irmağa Yolculuk,Tarık Akan-Ses….)















90lar ve 2000ler
Küreselleşmenin ve kapitalizmin tavan yaptığın yıllardır 90lar ve 2000ler.Toplumumuz artı değerle ve tüketimle fazlasıyla muhatap olmuştur.Ülkemizde artık alınacak bir çok şey eşya vardır ve varılacak bir çok kısa süreli hedef ve mevkiler vardır.Toplum ulaşılacak mertebeler,artı değer arttıkça eskisi gibi kenetlenen değil piyasanın istediği gibi birbirine rakip bireyci bir toplum haline gelmiştir.Eee ne de olsa ulaşılacak bu kadar hedef içinde karşına çıkan herkes bir şekilde rakip olacaktır.Sistem insanları bu hale getirmiştir.Bu da ister istemez insanları yalnızlığa itmiştir.Artık filmlerde yalnız,sıkılan boğulan,sigara içen kentli adamı görürüz fazlaca.Çoğu kişinin anlam veremediği bu filmler özellikle 90ların başında fazlaca vardır.Artık her şeyin birbirne girdiği bir zaman dilimi olan 90lı ve 2000li yıllarda tabii ki sinemada da kaos karmaşa anlamsızlık hakim olacaktı.Çünkü çoğu şey anlamını yitirmişti.Bu da ister istemez sinemaya yansıdı.Çoğu kişinin “Bu ne ya,Ne biçim film bu!” dediği filmler bu dönemler damgasını vurmuştur.Aslına farkına varmadığımız hayatımızın da o filmlerdeki anlamsızlaştığı ve çoğu şeyin değersizleştiğiydi.




Sinemanın toplumla beraber değiştiği yadsınamaz gerçektir.Zaten eğer ayda yaşamıyorsanız içinde yaşadığınız toplumun değişimlerinden etkilenmemeniz düşünülemez.Eminim ki sadece Türk sineması değil dünya sineması da değişimlerini toplumla doğru orantılı olarak yaşamıştır.

7 Haziran 2009 Pazar

“ÇAĞDAŞ” OLMAK ÜZERİNE











Değişik bir çağdayız hem de çok değişik.Çok hızlı,çok değişken.Çoğu şeyin flu olduğu,netliğini kaybettiği bir çağdayız.Ben bir “çağdaş” olarak ya da daha doğrusu olmaya çalışan biri olarak gün geçtikçe daha az şaşırıyorum.Gün geçtikçe “Aaaa!” “Nasıl olur” tarzı tepkileri daha az kullanmaya başlıyorum.Katlanamadığım,tahammül edemediğim şeyler gün geçtikçe azalıyor,alışıyorum.Çünkü şunu biliyorum ki : Bir “çağdaş” olarak çağımızda sınırlar,kırmızı çizgiler gittikçe daha da azalmakta ve her şey birbirine gimekte ve neyin ne olduğu artık o kadar da belirgin olmamakta.

Belki de bana öyle gelmekte bilmiyorum ama çağdaş olmak zor bir şey aslında bunu anladım.Eskiden taraflar çok netmiş.Siyah ve beyaz varmış.Şimdi ise grinin hakimiyeti var hem dünyada hem de ülkemizde.Siyasete baktığımızda bunu görmüyormuyuz?Düne birbirlerine neler söyleyenler bugün bir araya gelmiyorlar mı?Kırmız çizgileri o kadar da kalmadı.Zaman ilerledikçe her şey daha fazla minimalize,yerel olmuyor mu çağınızda?Merkeziyetçiliğin tahtını sallamıyor mu yerellik artık?Sınıfların yerini kimlikler, somutun yerini soyut , güvenin yerini şüphe almıyor mu?Peki ya insanların hayalleri,söylemleri minimal değil mi artık?İnsanların hayallerinde artık dünyayı kurtarmak, ya da daha iyi bir düzen getirmek yok,insanların hayallerinde artık daha iyi bir televizyon almak,daha iyi bir bilgisayar almak var (ki buna ben de dahilim).İnsanların hedefleri uzun vadeden çok ama çok kısa bir vadeye indi ve hedefler fazlasıyla küçüldü.Bu çağdan bir Mao,Atatürk,Lenin ya da Gandhi çıkmayacak belki de.Çünkü liderlerin söylemleri de artık iddialı değil.Büyük hayaller çok gerilerde kaldı.

Doğrular ve yanlışlar da bu çağda netliğini kaybetti.Yaşım ilerledikçe,bu çağa daha fazla entegre oldukça çocukken öğrendiğim doğruların o kadar doğru yanlış bildiğim şeylerin de o kadar yanlış olmadığını anlamaya başladım.Oysa ki eskiden doğrular ve yanlışlar son derece netmiş.Şimdi ise hepsi birbirine girmiş durumda.Hepimizin bildiği klasik, namuslu,doğruları ve yanlışları çok net,hayata bakışı çok net olan devlet memuru tipi vardır.Hepimiz kullanırız bunu yaptığımız muhabbetlerde.Çevrenizde artık bu adamı görebiliyor musunuz?Ben görmüyorum.Büyük ihtimal bu çağın değişkenliğine, kıvraklığına dayanamadı.Onun tarafı netti.Hayata bakışı netti.Yeri geldiğine orada yeri geldiğinde burada olamadı.Herhalde dayanamadı ve yok oldu gitti.O siyah beyazın olduğu bir dünyada yaşamıştı.Oysa şimdi gri hakimiyetini ilan etmiş durumda.

“Çağdaş” olmaya çalışıyorum.Önümde çılgınca akan bir nehir var.Ya akıntıya kapılıp gideceğim ya da kenarda öylece bekleyip o evkaftaki memur gibi yok olacağım.Zaman hızla akıyor,hızla değişiyor her şey.İnsanlar değişiyor.Alışkanlıklar, hayatlar değişiyor hem de akıl almaz bir hızla.3 ay önce çocuk parkı olarak gördüğüm yerde şimdi koca bir bina yükseliyor.Burada çocuk parkı vardı demeye bile vakit yok aslında.Bakıyorum ve geçiyorum.Çünkü yapmam gereken işler yetiştirmem gereken ödevler var.Hep bir yere yetişmeye çalışıyorum.Hiç bir yere gidişim sakin ve etrafı süze süze değil.Çünkü nehir akıyor hem de durmadan.Ona yetişmek zorundayım.

Evet “çağdaş” olmak zorundayım.Olmaya çalışıyorum ve olacağım.Sanırım başka bir çarem de yok.Suya ayağımı soktum ve ısısını test ediyorum ve daha ayağını hiç sokmayanlara sesleniyorum: Daha ne kadar öyle durabilirsiniz ki?

2 Haziran 2009 Salı