21 Aralık 2009 Pazartesi

BU YAZI ŞEHİTLERE İTHAF EDİLMİŞTİR



Dün Dağlıca,Aktütün geçenlerde Reşadiye.Ve daha niceleri.Bitmedi,bitmiyor ve bitecek gibi de gözükmüyor.Bu sorun ortaya çıktığında daha dünyada olmayan gençler şehit oluyor

90’lı yılların başında çocukluğunu yaşamış biri olarak bizim kuşağın beynine “Terör” kazınmıştır.O yıllarda şehit olanlar “abi” yaşındaydı.Yaşımız küçük olduğu için ve askerlik bize daha uzak olduğu için ekranlara anlamsızca bakardık genelde.Zaman zaman da korkuyla bakardık belki de.Yıllar geçti,büyüdük tabii.Ama değişen olmadı.Şehitler yaşımıza denk oldu.Hatta bir süre sonra kardeşimiz yaşına geldi.Biz de bu görüntüleri gördükçe “sıra belki de bizde” diyip korkunun yanında acıyı hissetmeye başladık.

Ben isimlerini hepsinin bilmem mümkün olmadığı için onlara ortak isimleri olan “Mehmet” olarak hitap etmek istiyorum.Evet Mehmet için hepimiz üzüldük ,ağladık.Ama Mehmet şehit olmayıp aramıza dönse ne olacaktı?Normal bir şekilde hayatına devam etseydi?Oturduğunuz bir yere Mehmet gelse (belki buna ben de dahilim) “Şunun tipe bak ya” denilmeyecekmiydi?
Rahatsız olmayacak mıydık?Ama Mehmet,ölünce ancak sana bir değer biçebildik.Farkına varabildik.Hepimizin fırsat eline geçince sonuna kadar nemalandığı,ancak fırsat eline geçmeyince “tukaka” ettiği bu sistemde senin farkına anca böyle varabildik.İkiyüzlülüğümüz için kusura bakma Mehmet.

Peki Mehmet yaşasan,hayatına devam etsen ne olacaktı?Büyük ihtimal senin için bugün üzülen birinin yanında üç kuruşa işe başlayacaktın.Çocukların olacaktı.Bakamayacaktın,yetmeyecekti,belki seni şehit haberine değil,yıllar sonra bir 3.sayfa haberinde okuyacaktık.Çünkü hepimizin en alttan en üstüne elele verip yaşattığı bu sistemde sana biçilen rol buydu.Rolünü oynacak ve sahneden çekilecektin.Ama şu an bir mertebeye eriştin.Hem de mertebelerin en güzeline

J.P.Sarter’ın dediği gibi “Savaşı zenginler çıkarır,fakirler ölür”.Patronların,paşaların,başbakanların çocuğu ölmüyor ölen gördüğümüz gibi.Atatürk’^ün dediği gibi “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir millet” olmadığımızı da anlıyoruz bu ülkede her gün,her dakika.Ölen terörist de şehit asker de fakirden.Yani sorun Kürt-Türk olayı değil,sorun ezen-ezilen meselesi her zaman dediğimiz gibi.Gerisi türküde dediği gibi

Yemen yolu çukurdandır
Karavanası bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir

17 Aralık 2009 Perşembe

İDEOLOJİLERİN SONU



Geride bıraktığımız 20.yüzyıla ideolojik hareketler damgasını vurmuştur.20.yüzyıl ideolojilerine bağlı insanların bunun için gerekirse öldüğü veya öldürdüğü bir çağ olarak akıllarda kaldı.Ancak doğu-batı bloğu duvarının yıkılmasıyla beraber ideolojiler de o duvarın altında kaldı.Faşizm,komünizm gibi ideolojik kavramlar da 20.yüzyıldan hoş bir sada olarak kaldı.

Artık insanların büyük ideallere bağlanıp öldüğü veya öldürdüğü bir çağda değiliz.Eskiden iletişim araçları yetersiz olduğu için toplumlar “yoldan çıktıklarında” ülkemizdeki gibi askeri darbelerle yola getirilebiliyordu.Kitlesel iletişim araçları geliştikçe toplumlar daha kolay yönetilir ve yönlendirilebilir hale geldikçe askeri darbeler de bir yöntem olmaktan çıkmış ve o da 20.yüzyılın yöntemleri olarak kalmıştır.

Ancak ideolojilerin çöküşünü sadece duvara bağlamayız tabii ki.İdeolojik hareketler nihai sonlarının yozlaşma olduğunu göstermiştir insanlara.Eninde sonunda her ideolojik hareket yozlaşmış ve karşı oldukları düzenle çok farkları kalmamış hatta onunla uzlaşmıştır zaman zaman.Sonuçta görülmüştür ki ideolojik hareketlerin alt,militan kısmını “kandırılmışlar” üst lider kadrosunu da “menfaatçiler” oluşturmuştur.Bu ülkemizde 12 Eylülde görülmüştür.Solcu ve sağcı gençleri eylemlere yöneltenler,daha sonra soluğu yurtdışında almıştır.12 Eylülde idam edilenlerin hayat hikayelerine bakmanızı öneririm.Hepsi de gariban,halk çocuklarıdır ipe gidenlerin. İdam edildiklerinde arkalarından çok ses getirecek ailelere sahip değillerdir eğer araştırırsanız. İdeolojik hareketler göstermiştir ki tarih başından beri var olan alttakiler-üsttekiler kavramları tarihe karışmayacaktır.Alttakiler-üsttekiler düzenini yıkmak için yola çıkan sol hareketlerin içinde bile alttakiler-üsttekiler farkı ortaya çıkmış ve 12 Eylülde de darağacına giden solcuların “alt sınıfı” olmuştur.

Ayrıca 21.yüzyılın dünyasında hayat, ideolojilerin penceresine sığmayacak kadar geniş bir çerçevede ve yüksek bir hızda yaşanıyor.Evet, hayat artık ideolojilerin penceresine sığmıyor.Bu kadar dar bir çerçevede yaşanmıyor.İstediğiniz kadar ben şuyum,ben buyum deyin,eninde sonunda bir yerden açık vereceksiniz.Çünkü nehirleri tersine akıtamazanız.Eninde sonunda ideolojilerin çizdiği çerçevenin dışına çıkmak zorunda kalacaksanız.

Hal böyle iken ideolojik hareketler çökme noktasına gelmiştir. İçinde yaşadığımız çağ ideolojik pencereleri kırdığı gibi ideolojik hareketlerin sicili de pek iyi değil insanlık gözünde gördüğünüz gibi.Size tavsiyem dostlarım,her ideolojiyi,okuyun,sorun,tartışın ama kesinlikle militanı olmayın.Gördüğünüz gibi tarih “kandırılanlar ve menfaatçilerle” dolu.

16 Aralık 2009 Çarşamba

BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY ONLARIN İSTEDİĞİ




İşçi sınıfı dediğimiz kavram aslında ülkemize hala yabancı bir kavram.Bizdeki işçi sınıfı batıdaki gibi bir algıya sahip değil.Çünkü biz sanayi devrimi yaşamadık.İşçi-işveren algısı da tam olarak gelişmedi bu yüzden.70lerde olması denendi ancak 12 Eylül tepesine indi.

Dedik ya bizdeki işçi sınıfında böyle bir algı gelişmedi.Düşük gelirli insanlar genelde ya sol fikirlere ya da kendini rahatlatan bu dünyadaki ezilmişliğini unutturan muhafazakar,dini fikirlere yakınlık hisseder.Alt gelirli oldukları için kurtuluşu amiyane tabirle yırtmayı ararlar.Yani kimi bu dünyada,kimi de öbür dünyada arar kurtuluşu alt sınıfların.Ancak kurtuluşu bu dünyada aramaları egemen sınıfların işine gelmediği için egemen sınıflar onların kurtuluşu daha çok öbür dünyada aramalarını isterler.Bu yüzden 12 Eylül öncesinde sola yatkın gecekondu mahallerine solcular hapisten çıkıp geri döndüklerinde yerlerine İslamcıları buldular.Sınıfsal dertleri olmayan CHP ise gecekonduları çoktan terk etmiştir ve kendi haline bırakmıştır bu süreçte.

Burada daha çok ben ülkemizdeki sola seslenmek istiyorum(Tabii ki burada CHPden bahsetmiyorum)Ülkemizdeki hala sınıfsal dertleri olan sola.Sevgili dostlar işçi sınıfını tanıdığınızı ve onları kurtaracağınızı söylüyorsunuz ama bir türlü onlardan oy alamıyorsunuz.Neden acaba?İşçi emekçi dediğimiz kesimin ne istediğini pek bilmiyorsunuz bence.İşçilerin dertlerinin sendikal haklar,düzgün çalışma saatleri,eşit hakça yaşam vs.. olduğunu düşünüyorsunuz.Ama kusura bakmayın.Onları tanımıyorsunuz.İşçilerimizin sendikal haklar vs.. gibi dertleri yok.Onlar sendikal haklar falan değil sınıf atlamak istiyor.Yani sizin küfrettiğiniz patronlardan olmak istiyor.Onlar da lüks yaşamak istiyor.

Onlar bu sistemle çoktan uzlaşmış durumdalar.Çünkü bu sistem yalan da olsa,çok küçük bir ihtimal de olsa onlara bir gün zengin olabileceğini vaad ediyor.Ama sizin savunduğunuz sistemin vaadi bunun yanında çok sönük kalıyor.Bu yüzden insanlar Berlin duvarı yıkıldığında Doğudan Batıya koştu,bu yüzden Moskovada ilk Mc Donalds açıldığında kuyruklar oluştu, ve bu yüzden işçilerimiz sağa oy veriyor yıllardır..Sanmayın ki bu sistemin dalaverelerini bilmiyorlar.Sizin gibi akademik ifade edemeseler de her şeyin farkındalar.Ezildiklerini de çok iyi biliyorlar.Ama bir gün çok küçük ihtimal de olsa bu sistem onlara ezen olmayı vaad ediyor.Kapitalizmi ayakta tutan en önemli şey vaat bence zaten.En alttakinden üstüne bir vaadi var kapitalizmin.Yalan da olsa,çok küçük bir ihtimal de olsa.

Geçen sene ve ondan önceki senelerde 1 Mayıs kutlamalarını işçiler Taksimde kutladı manşetlerini hatırlıyoruz hepimiz.Ama ben o karelerde pek işçi göremedim.Orada işçiden çok adrenalin arayan öğrenciler,birkaç DİSK ve sol parti destekçisi gördüm.Neden?Dedik ya onların böyle bir derdi yok.Onların istedikleri çok daha farklı şeyler.Kutlayan birkaç işçi de 2 Mayıs günü yine yatağa aç girdi.Onlar için hiçbir şey değişmedi.Öğrenciler kantinde arkadaşlarının yanına,partizanlar partilerine geri döndü.Ama işçiler için hiçbir şey değiştirmedi Taksimde kutlama.Kısaca o ünlü şarkıdaki gibi “Başka türlü bir şey onların istediği…”

6 Eylül 2009 Pazar

ÇILDIRIŞ

Televizyonda yaptığı hareketleri gördüğümde gülmeyle şaşkınlık arasında gidip geldim.Ancak bir süre sonra bunların yerini korku aldı.Bahsettiğim bu kişi kızı vahşice öldürülen Süreyya Karabulut.Geçen gün televizyonlarda canlı yayında yaptığı o akla zarar hareketler belki bir çok kişiye şov gibi gelmiş olabilir.Ancak dostlarım bence değildi.Adam çıldırmanın eşiğine gelmişti maalesef.Bir kaç gün öncesinde bu adamın helallik için 3 milyon euro istemesi üzerine bu adamın da artık bir şovmene dönüştüğünü düşünmüştüm.Ancak o görüntülerden sonra açıkcası bu düşüncemden dolayı utandım.Çünkü bu adam rol yapmıyordu arkadaşlar.Çünkü artık akıl sağlığını kaybetmişti.Peki bu acılı babanın isyanı sadec e kızının katilin bulunamamasına mıydı acaba?Ya da içinde bulunduğu bu sistemle bu denli korkunç bir şekilde yüzleşmek mi onu deliliğin sınırına getirmişti?Hepimiz içinde yaşadığımız sistemin nasıl işlediğini artık(en azından yaşıtlarım ve daha üstü için diyorum)biliyoruz.Ancak sistemle daha yüzleşmedik.Bir şekilde yüzleşeceğiz.Ancak kötü olan Süreyya Karabulutun yüzleştiği şekilde yüzleşmek belki de.O çok acı bir şekilde yüzleşti.O da büyük ihtimal duyduğu şeylere rağmen adaletine,devletine ve onun organlarına bir şekilde güveniyordu.Bu acı olaydan sonra medyanın desteğini de bu denli arkasına alınca bu olayın çözüleceğini düşünüyordu.Sabretti ve olayın üstüne gitti.Gerçekten geçmişteki bir çok mağdura göre bayağ yol katetti.Ancak maalesef sonuç sıfırdı.İşte onu çıldırtan ve hepimizin de bir kez daha akıllarımıza kazımamızı sağlayan sistemin altın kuralıydı: “Yasalar örümcek ağı gibidir,güçlüler deler geçer,zayıflar takılır kalır”.

Demek ki bir zengini bebesi canı sıkılıp herhangi bir yakınımızı doğrasa bu sistem içinde alacağımız adalet belli bir yere kadar.Bunu anlamış olduk.Belki de Süreyya Karabulut kendini feda ederek bunu bize gösterdi.Ne kadar suni ve saçma sapan kutuplaşmalarla uyutulduğumuzu bize gösterdi.Laik-Şeriatçı,Türk-Kürt,Demokrat-darbeci vs……Laik Şeriatçının üstünde ya da Şeriatçının üstünde baskı kuruyormuş.Hayır sevgili kardeşlerim zengin laik fakir şeriatçının ya da zengin şeriatçı fakir laikin üstünde baskı kuruyor yani olay yine aynı yerde bitiyor.Yani insanoğlunun varoldğu günden beri olan tek ve temel kutuplaşma ezen-ezilen,düzen-düzülen,zengin-fakir her ne derseniz deyin.En temel kutuplaşma budur dostlarım.Gerisi ise amiyane tabirle “tırışkadan nağmeler”



3 Temmuz 2009 Cuma

ÖNGÖRÜ KÖŞESİ


Bilindiği gibi son zamanlarda Türkiye hep alternatiflerden söz ediyor.AKP hükümetinin 7 yıldır kesintisiz iktidarı Türkiyeyi alternatif tarışmalarının içine soktu.Tayyip Erdoğanın halk üzerindeki etkisi, imajı tartışmasız bir gerçek.Tayyip Erdoğanın halktan,yeri geldiğinde “kodumu oturtan” imajı halkımız üzerinde fazlasıyla etkili oldu.Tabi bunda Özaldan sonra tam anlamıyla bir lider çıkmamasının da büyük bir etkisi var.Ancak halk Tayyip Erdoğana bir sempati duyuyor.Bu su götürmez bir gerçek.Durumun böyle olması da son zamanlarda Tayip Erdoğanı tahammülsüz,mutlak bir lider konumuna soktu.Bu yüzden de alternatif arayışları son zamanlarda iyice tavan yaptı.Deniz Baykalın alternatif olmayuacağı çoktan anlaşıldığı için son zamanlarda bir çok alternatifler türedi.Mesut Yılmaz,Abdüllatif Şener,Numan Kurtulmuş hatta 70inden sonra Cindoruk.Ancak bu isimler üzerinden umutlananlara söyliyeyim,bu isimlerin Tayyip Erdoğan karşısında bir şansı yok.Çünkü ne tarzları,ne duruşlaru,ne konuşmaları açısından Tayip Erdoğan kadar halkı etkileme nitelikleri yok.Örneği Numan Kurtulmuş gerçekten samimi olduğuna inandığım namuslu bir imaj çiziyor.Ancak hitap ettiği o ateşli kalabalığa maalesef ne konuşma tarzı ne de duruşu hitap etmiyor.Akademik dili tabanına ulaşmıyor.Bu diğerleri için de geçerli.Bana göre Tayip Erdoğana alternatif olacak ya da ondan sonra siyasette etkin olacak bir isim varsa o da Mustafa Sarıgüldür.Bu bir temenni değil tabii ki sadece ileriye dönük bir kestirim.Tayyip Erdoğana alternatif oluşturacak olmasa bile ondan sonra siyasette önemli bir yer tutacak bir isim varsa o da Sargül.Büyük ihtimalle Sarıgül ismini ileriki yıllarda fazlasıyla duyacağız.Buna nerden vardım diyebilirsiniz tabii ki.Bir kere Sarıgüle Erdoğanın fazlaca ortak yönü var

1.Başarılı Belediyecilik Geçmişi
Mustafa Sarıgül de Erdoğan gibi başarılı bir belediyecilik geçmişine sahip.Şişli seçimlerinde yakaladığı başarı Türkiyedeki nadir başarılardan

2.Karizma,fiziki yapı
Sarıgül Erdoğanla aynı fiziki yapıya sahip.Duruşuyla insanlarda Tayip Erdoğan gibi bir imaj yaratıyor.Erdoğan gibi karizmatik ve atak bir duruşu var ve yeri geldiğinde Erdoğan kadar da kavgacı olabiliyor

3.Halkla iletişim
Sarıgülün halkla iletişimi Erdoğan kadar iyi.Çevresindeki insanlara nasıl sesleneceğini iyi biliyor ve onların dilinden anlıyor.Onları etkisini altına alabiliyor.

4.Vücut dili
Tayyip Erdoğan vücut dilini çok iyi kullanan bir lider.Bu konuda başarılı.Sarıgül de yine bu konuda Erdoğan kadar olmasa da başarılı.

5.Mücadeleci geçmişleri
İkisi de belli bir şekilde bir yerlerden engellenmeye çalışıldı.Tayyip Erdoğan hapse girdi,çıktı.Seçimleri kazandı ancak yasalar göre başbakan olamadı.Ancak bu engelleri bir şekilde aştı ve başbakan oldu.Sargül de yine CHP kongresinde Baykala rakip oldu,yenildi,ihraç edildi,tekrar döndü,olmadı sonra DSP ye girdi.Yine her tarafı dolaşmakta.İkisi de mücadeleci bir yapıya sahip

Bu nedenlere daha bir sürüsü eklenebilir tabi.Tayyip Erdoğandan sonra sağda bir lider gözükmüyor.Ne Gül ne de Arınç ağır toplar olmasına rağmen Erdoğan gibi bir lider karizmasına sahip değil.Ayrıca daha önce sağ partilere oy vermiş bir çok insanın sorduğumda “Sarıgül olursa CHP ye veririm” dediğini biliyorum.Bu ve bunun gibi nedenlerden dolayı benim öngörüm bugün olmasa bile ileriki yıllarda Sarıgül siyasette önemli bir rol oynayacak

26 Haziran 2009 Cuma

MİCHAEL’İN ARDINDAN




Dün akşam gece saatlerinde bir arkadaşımın telefonuyla ölüm haberini aldığımda gerçekten çok üzüldüm.Michael Jackson ölmüştü.Beni bu kadar etkilemesinin nedeni belki de çocukluğumda dünyaca ünlü olmuş birinin ölmesiydi.Belki ABBA lara,Hendrixlere yetişememiştik ama ona yetişmiştik.”Black or White” şarkısının klibini ilk izlediğim an hala çocukluğumdaki anılar arasında önemli bir yer tutmaktadır.Ancak beni bu kadar etkilemesinin nedeni bu değildi sadece aslında.Gerçekten de Michael Jackson diğer pop ya da rock yıldızlarından farklı bir yerdeydi.Bir çok grup,şarkıcı şarkılarıyla bulundukları döneme damgalarını vurmuşlardı.Ancak Michaelin onlardan farkı kendi modasını kendisinin yaratması hatta kendi dansını yaratmasıydı.Çoğu müzisyen bulundukları dönemin modasına bir şekilde ayak uydurmuş ve dönemler değiştikçe kendileri de değişmiştir.Ancak bazıları da kendi tarzları yaratmış ve onların tarzı o döneme damgasını vurmuştur.Bu konuda benim ilk aklıma gelen Kurt Cobain ve Michael Jackson olmuştur her zaman.Kurt Cobain de 90ların ilk yarısına ünlü hırkaları salaş tişörtü ve yırtık pantolonuyla damgasını vurmuştur ve dönemin rockçı gençlerini etkilemiştir.Michael Jackson da onlardan biriydi işte.Sadece şarkılarıyla değil kendi yarattığı giyim tarzı ve kendi yarattığı dans ile popun kralı lafını fazlasıyla hak etmiştir.Onun gibi bir yıldızın bir daha geleceğini zannetmiyorum.Tek diyebileceğim “Rest İn Peace”

25 Haziran 2009 Perşembe

TOPLUM VE SİNEMA

Sinemadaki değişimin toplumdaki değişimle birlikte olduğu dünyayı bilemem belki ama ülkemiz sinemasında gerçektir.Toplumsal değişim ister istemez sinemaya da yansımıştır.Bu da son derece normaldir.Çünkü elinizdeki eseri yine kendi toplumunuza sunmaktasınız.2000’li yıllarda “Yıkılmayan Adam” gibi bir film yapmak ne kadar garipse herhalde “Eşkıya” gibi bir film de 70’lerde çok garip kaçacaktı.Uzun zamandır gözlemlediğim, izlediğim Türk sinemasındaki değişimi belirtmek isterim
80 Öncesi Sinema
80 öncesindeki sinema tabii ki her dönemde birbiriyle aynı olmasa da birbiriyle büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Gözümüze çarpan ilk şeylerden biri aslında diğer yazımda belirttiğim gibi o dönemdeki gibi her şeyin çok net olmasıdır.İyiler salt iyi , kötüler salt kötüdür.Siyah ve beyaz olduğu için senaryolar da genelde çok derinlikli olmaya gerek olmamıştır.100 filmin 70 inin senaryosu neredeyse aynıdır.Bugün günümüz sinemasında bir Erol Taş,Ahmet Tarık Tekçe yoktur.Çünkü iyi ve kötü,siyahla beyaz birbirine girmiş durumdadır günümüz toplumunda.Adile Naşitli Münir Özkullu ,Ayşen Grudalı,Tarık Akanlı “Neşeli Günler” i ve onun türevi olan filmleri hepimiz bilmekteyiz.Bu filmlerle gördüğümüz o dönemde insanların mutlu olabilmeyi eninde sonunda başarabilmesidir.Çünkü para daha tek öncelik haline gelmemiştir o dönemde.Çünkü o dönemde komşusuyla arasında gelir uçurumu bu kadar yoktu ne Adile Naşitin ne Münir Özkulun ne de ailenin çocuklarının.Günümüzdeki gibi yükselinecek fazla mevki alınacak çok daha fazla eşya olmadığı için insanlar hayata daha fazla zaman ayırıyordu.Özellikle o dönemde karşımıza her filmde müthiş bir “toplumcu” mesaj çıkmaktadır.Ailenin birbirlerine kenetlenişini hepimiz biliriz bu filmlerde.Peki ya Hababam sınıfı?Arkadaşlarnın intikamını almak için okuldan atılmayı göze alabilen öğrencileri, birbirlerine kenetlenmiş kalabalıkları.Bunların hepsi o döneme ait özelliklerdi ve o toplumcu ruh maalesef yok edildi.Tabii ki 70lerin ikinci yarısında siyasetin yaşamın her alanına hakim olmasıyla beraber yapılan siyasi filmler,işçi filmleri.Maden, köşeyi dönen adam ve diğerleri….













80ler….


80li yıllara geldiğimizde ise toplumun kodlarında çok büyük değişikler yapılmış ve resmen yeni bir toplum projesi hayata geçirilmiştir.Toplumdaki siyasi hareketler sınıfsallıktan çok kimliksel ve cinsel bir yapıya bürünmüştür.Bunun sonucunda da karşımıza çoğu özellikle Atıf Yılmazın eserleri olan güçlü kadın figürlerinin olduğu filmler çıkmıştır,(özellikle Müjde Ar ve Hale Soygazinin oynadığı filmler).80lerle herhalde doğrular,yanlışlar,siyah beyazların gözden yeniden geçirilmeye başladığı bir dönemdir.80 öncesinde doğrular ve yanlışlar çok net iken bu dönemde neyin doğru neyin yanlış olduğu netliğini kaybetmeye başlamıştır.Böylece “rüşvet” “toplumsal yozlaşma” gibi sözcükler 80lerde daha fazla telaffuz edilmeye başlanmıştır.”Namuslu” “Dolap Beygiri” tarzı filmlerde 80lerin getirdiği bu furyaın bize armağan ettiği filmlerdir.80lerin sonlarına doğru da 12 Eylülden sonra hapisten çıkmış davasını kaybetmiş solcuların hikayelerinin anlatıldığı filmler de yine 80lerin önemli filmlerindendir(Kadir İnanır-Sen Şarkılarını Söyle,Talat Bulut-Bir Irmağa Yolculuk,Tarık Akan-Ses….)















90lar ve 2000ler
Küreselleşmenin ve kapitalizmin tavan yaptığın yıllardır 90lar ve 2000ler.Toplumumuz artı değerle ve tüketimle fazlasıyla muhatap olmuştur.Ülkemizde artık alınacak bir çok şey eşya vardır ve varılacak bir çok kısa süreli hedef ve mevkiler vardır.Toplum ulaşılacak mertebeler,artı değer arttıkça eskisi gibi kenetlenen değil piyasanın istediği gibi birbirine rakip bireyci bir toplum haline gelmiştir.Eee ne de olsa ulaşılacak bu kadar hedef içinde karşına çıkan herkes bir şekilde rakip olacaktır.Sistem insanları bu hale getirmiştir.Bu da ister istemez insanları yalnızlığa itmiştir.Artık filmlerde yalnız,sıkılan boğulan,sigara içen kentli adamı görürüz fazlaca.Çoğu kişinin anlam veremediği bu filmler özellikle 90ların başında fazlaca vardır.Artık her şeyin birbirne girdiği bir zaman dilimi olan 90lı ve 2000li yıllarda tabii ki sinemada da kaos karmaşa anlamsızlık hakim olacaktı.Çünkü çoğu şey anlamını yitirmişti.Bu da ister istemez sinemaya yansıdı.Çoğu kişinin “Bu ne ya,Ne biçim film bu!” dediği filmler bu dönemler damgasını vurmuştur.Aslına farkına varmadığımız hayatımızın da o filmlerdeki anlamsızlaştığı ve çoğu şeyin değersizleştiğiydi.




Sinemanın toplumla beraber değiştiği yadsınamaz gerçektir.Zaten eğer ayda yaşamıyorsanız içinde yaşadığınız toplumun değişimlerinden etkilenmemeniz düşünülemez.Eminim ki sadece Türk sineması değil dünya sineması da değişimlerini toplumla doğru orantılı olarak yaşamıştır.

7 Haziran 2009 Pazar

“ÇAĞDAŞ” OLMAK ÜZERİNE











Değişik bir çağdayız hem de çok değişik.Çok hızlı,çok değişken.Çoğu şeyin flu olduğu,netliğini kaybettiği bir çağdayız.Ben bir “çağdaş” olarak ya da daha doğrusu olmaya çalışan biri olarak gün geçtikçe daha az şaşırıyorum.Gün geçtikçe “Aaaa!” “Nasıl olur” tarzı tepkileri daha az kullanmaya başlıyorum.Katlanamadığım,tahammül edemediğim şeyler gün geçtikçe azalıyor,alışıyorum.Çünkü şunu biliyorum ki : Bir “çağdaş” olarak çağımızda sınırlar,kırmızı çizgiler gittikçe daha da azalmakta ve her şey birbirine gimekte ve neyin ne olduğu artık o kadar da belirgin olmamakta.

Belki de bana öyle gelmekte bilmiyorum ama çağdaş olmak zor bir şey aslında bunu anladım.Eskiden taraflar çok netmiş.Siyah ve beyaz varmış.Şimdi ise grinin hakimiyeti var hem dünyada hem de ülkemizde.Siyasete baktığımızda bunu görmüyormuyuz?Düne birbirlerine neler söyleyenler bugün bir araya gelmiyorlar mı?Kırmız çizgileri o kadar da kalmadı.Zaman ilerledikçe her şey daha fazla minimalize,yerel olmuyor mu çağınızda?Merkeziyetçiliğin tahtını sallamıyor mu yerellik artık?Sınıfların yerini kimlikler, somutun yerini soyut , güvenin yerini şüphe almıyor mu?Peki ya insanların hayalleri,söylemleri minimal değil mi artık?İnsanların hayallerinde artık dünyayı kurtarmak, ya da daha iyi bir düzen getirmek yok,insanların hayallerinde artık daha iyi bir televizyon almak,daha iyi bir bilgisayar almak var (ki buna ben de dahilim).İnsanların hedefleri uzun vadeden çok ama çok kısa bir vadeye indi ve hedefler fazlasıyla küçüldü.Bu çağdan bir Mao,Atatürk,Lenin ya da Gandhi çıkmayacak belki de.Çünkü liderlerin söylemleri de artık iddialı değil.Büyük hayaller çok gerilerde kaldı.

Doğrular ve yanlışlar da bu çağda netliğini kaybetti.Yaşım ilerledikçe,bu çağa daha fazla entegre oldukça çocukken öğrendiğim doğruların o kadar doğru yanlış bildiğim şeylerin de o kadar yanlış olmadığını anlamaya başladım.Oysa ki eskiden doğrular ve yanlışlar son derece netmiş.Şimdi ise hepsi birbirine girmiş durumda.Hepimizin bildiği klasik, namuslu,doğruları ve yanlışları çok net,hayata bakışı çok net olan devlet memuru tipi vardır.Hepimiz kullanırız bunu yaptığımız muhabbetlerde.Çevrenizde artık bu adamı görebiliyor musunuz?Ben görmüyorum.Büyük ihtimal bu çağın değişkenliğine, kıvraklığına dayanamadı.Onun tarafı netti.Hayata bakışı netti.Yeri geldiğine orada yeri geldiğinde burada olamadı.Herhalde dayanamadı ve yok oldu gitti.O siyah beyazın olduğu bir dünyada yaşamıştı.Oysa şimdi gri hakimiyetini ilan etmiş durumda.

“Çağdaş” olmaya çalışıyorum.Önümde çılgınca akan bir nehir var.Ya akıntıya kapılıp gideceğim ya da kenarda öylece bekleyip o evkaftaki memur gibi yok olacağım.Zaman hızla akıyor,hızla değişiyor her şey.İnsanlar değişiyor.Alışkanlıklar, hayatlar değişiyor hem de akıl almaz bir hızla.3 ay önce çocuk parkı olarak gördüğüm yerde şimdi koca bir bina yükseliyor.Burada çocuk parkı vardı demeye bile vakit yok aslında.Bakıyorum ve geçiyorum.Çünkü yapmam gereken işler yetiştirmem gereken ödevler var.Hep bir yere yetişmeye çalışıyorum.Hiç bir yere gidişim sakin ve etrafı süze süze değil.Çünkü nehir akıyor hem de durmadan.Ona yetişmek zorundayım.

Evet “çağdaş” olmak zorundayım.Olmaya çalışıyorum ve olacağım.Sanırım başka bir çarem de yok.Suya ayağımı soktum ve ısısını test ediyorum ve daha ayağını hiç sokmayanlara sesleniyorum: Daha ne kadar öyle durabilirsiniz ki?

2 Haziran 2009 Salı